27 Ocak 2015 Salı

DİNİ HİKAYELER - ÖLÜMDEN KAÇIŞ

ÖLÜMDEN KAÇIŞ

Hayvanlarla konuşabilen ve rüzgara, maddeye hakim olabilme yeteneği ile donanmış Peygamber, Hazret-i Süleyman, bir gün Kudüs’te, çadırında arkadaşları ile oturup sohbet ederken, içeriye bir adam girer. O mecliste oturan bir kişiye dikkat ve hayretle bakarak çıkıp gider.
   Şaşıran adam, Hazret-i Süleyman’a sorar:
   – Bu adam kimdi?
   Peygamber cevap verir:
   – Azrail’di.
   Bu cevabı alan adam müthiş bir paniğe kapılır ve Hazret-i Süleyman’a yalvarır:
   – Ya Süleyman, Azrail bana çok tuhaf baktı. Ne olur beni buradan kaçır. Uzaklara gönder.
   Arkadaşının ricasını kırmaz gül yüzlü Peygamber. Rüzgar emrindedir ya bindirir rüzgara ve gönderirHindistan’a. Adam ertesi gün Hindistan’da birden karşısında, bir gece evvelinden gördüğü ve artık tanıdığı Azrail’e rastlar. Başına geleceği anlar ve konuşur:
   – Anladım, benim canımı almaya geldin. Yalnız bir sorum var, ona cevap ver öyle al canımı, der. Dün beni Süleyman’ın çadırında görünce neden yüzüme hayretle baktın?
   Azrail cevap verir:
   – Ben dün senin canını, ertesi gün Hindistan’da almak emir almıştım. Seni Kudüs’te Süleyman’ın çadırında oturur görünce, ‘Bu adam bir günde Hindistan’a nasıl gidecek?’ diye hayret ettim der.
   Kıssadan hisse, size tayin edilen vakitten kurtulup daha fazla yaşamanız mümkün değildir.
   Ecelden kaçılmaz. Ve ecel, bir gün mutlaka başımıza geleceğine göre ha bugün ha yarın, ne fark eder?

26 Ocak 2015 Pazartesi

DİNİ HİKAYELER - ENDONEZYA


Endonezya nasıl Müslüman oldu? 

Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu: 
- Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?" diye hayret etti, 
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. 
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu: 
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral, 
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi. 


Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince

21 Ocak 2015 Çarşamba

DİNİ HİKAYELER

DÜNDEN HIZLI MISINIZ ?

Her sabah bir ceylan uyanır Afrika'da. 
Kafasında tek bir düşünce vardır. 
En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek. 
Yoksa aslana yem olacaktır. 



Her sabah bir aslan uyanır Afrika'da. 
Kafasında tek bir düşünce vardır. 
En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek. 
Yoksa açlıktan ölecektir. 



İster aslan olun, ister ceylan olun hiç önemi yok. 
Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini, 
Hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin. 



Yaşam adlı koşuyu ne güzel anlatmış Afrika atasözü, 
Bir önceki günden daha hızlı koşmak gerekmektedir. 
Çünkü eğer aslansanız, 
Ve en yavaş koşan ceylanı bir önceki gün yakalamışsanız, 
Ve bugün bir ceylan yakalamak niyetindeyseniz, 
Artık bilmelisiniz ki, en yavaş ceylan sizden daha hızlıdır. 
O halde düne göre hızınızı arttırmanız gerekmektedir. 



Yok eğer ceylansanız, 
Ve henüz aslana yem olmamışsanız, 
Hızınızı düne göre mutlaka arttırmalısınız. 
Çünkü sıra size gelmiş demektir. 



Yani, 
Hayat koşusunda devam edebilmenin tek koşulu var. 
Dünden daha hızlı olabilmek. 
Bakın bakalım şimdi kendinize, 



Ondan, bundan, şundan değil !. ''DÜNDEN'' hızlı mısınız?. 

İBRETLİK HİKAYELER

ÇÖP TENEKESİ
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk birkaç haftasını huzur içinde geçirir; ama sonra ders yılı başlar. Okulların açıldığı ilk gün dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak geçer giderler. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir. 

   Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapının önüne çıkar onları durdurur ve ; 

   - "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün bir dolar vereceğim." der.

   Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve şöyle der:

   - "Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı. Bundan böyle size sadece günde elli sent verebilirim"... 

   Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları.

   - "Bakın" der, "Henüz maaşımı almadım bu yüzden size günde ancak 25 sent verebilirim, tamam mı?". 

   Çocuklar : - "İmkansız bayım" der.

   İçlerinden biri, "Günde 25 sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz".

KUR’AN VE UZAYLILARIN ŞİFRESİ

DİNİ AÇIKLAMALAR

Kur'an incelendiğinde “göklerde” yani uzayda yaşayan akıllı canlılardan bahsedildiği, birçok ayette görülebilir. Dolayısıyla İslam âlimleri arasında, göklerdeki yaratıkların varlığı konusunda hiçbir ihtilaf yoktur. Üzerinde ittifak edilememiş tek konu, bu yaratıkların kim olduğudur. Ancak ilgili ayetler, bu varlıklar hakkında bizlere çok önemli bilgiler vermektedir. Örnek olarak Rad suresinin 15. Ayetini ele alalım;
“Göktekiler ve yerdekiler, isteyerek veya istemeyerek gölgeleri ile beraber Allah’a secdeederler.” (Rad, 15)
Her ne kadar Türkçe meale yansımamış olsa da, ayetin Arapçasında “göktekilerin” akıllı canlılar olduğu açıkça görülür. Çünkü ayetin Arapça metninde onları (gökte olanları) tanımlamak için مَن فِي السَّمَاوَاتِ yani “men fis semavati” ifadesi kullanılır. Buradaki men zamiri sadece kişileri tanımlamak için kullanılır (aynı zamanda “kim” anlamına gelir). Eğer akıl sahibi olmayan varlıklardan veya cisimlerden bahsetseydi ayette مَا yani “ma” zamiri kullanılırdı çünkü kişi olmayan varlıkları (hayvan, cisim vs.) tanımlamak için kullanılan zamir “ma” zamiridir ama ayette böyle denmiyor (“ma” aynı zamanda “ne” anlamına gelir). -İngilizce bilenler bu dilbilgisi kuralını hemen anlayacaklardır çünkü aynı yapı İngilizcede de vardır. -Ve bunlar cin veya melek de değillerdir çünkü ‘gölge’ ve dolayısıyla da ‘cismani beden’ sahibidirler.
Dolayısıyla göklerde yaşayan akıllı ve cismani bedenleri olan yaratıkların varlığı Rad suresinin 15. ayetiyle sabittir.
“Göktekiler” ifadesi Kur’an’da kişi zamiri kullanılarak defalarca kez geçer.
Birçok gezegende, birçok farklı insan türü yaratılmıştır. Bizim büyük babamız Adem’dir. Başka gezegenlerdekilerin büyük babaları başkadır.
“Uzayda yaşayan canlılar arasında bizden daha gelişmiş uygarlıklar var mıdır?” sorusunu Kur’an’a sorarsak Yâsin suresinin 81. ayeti bize, çok ilginç bir cevap verir ve “biz Adem oğullarını, yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık” der. Yani yaratılmışların en üstünü, biz değiliz. Peki bizden üstün olanlar kimdir? Melekler mi? Hayır, çünkü Şeytan da dâhil bütün melekler, insana secde etmekle emir olundu. Peki, cinler olabilir mi? Elbette ki hayır, Ademyeryüzüne halife olarak gönderildiğinde, yeryüzünde cinler vardı. Biz onlardan üstün olarak buraya geldik. Hatta Kur’an onların, Hz. Süleyman’ın emrine verildiğinden bahseder. Öyleyse Adem oğullarından üstün olan bu yaratıklar kimlerdir? Dünyada böyle birileri olmadığına göre bunlar uzaydadırlar.
Uzaylı ırkların arasında bazıları bizden daha üstün yaratılışlı insan ırklarıdır.
Yâsin suresinin 81. ayeti uzayda hayat barındıran gezegenler hakkında bize fikir verir…
“Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet, O, yaratan ve bilendir.” (Yâsin Suresi, 81. Ayet Meali)

DİNİ HİKAYELER

   Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi.. Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar.. Adam çok susamıştı.. Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.. Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın..

   Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu :

   - "Afedersiniz... burası neresi ?"

   Kadın ona gülümsedi :

   - "Burası Cennet, efendim."

   Adam bunun üzerine sevinçle "Harika...!!!" dedi.

   - "Peki bana biraz su verebilir misiniz, gerçekten çok susadım.."

   Kadın cevap verdi :

   - "Tabii efendim, içeri girin... İçerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz..."

   Böylece adam köpeğine döndü...

   - "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü...

   Ama kadın onu birden durdurdu :

   - "Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez... Hayvanları içeri almıyoruz..."

   Bunun üzerine adam bir an durdu.. Düşündü.. Ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular...

   Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı... Adam sordu :

   - "Afedersiniz... Bana biraz su verebilir misiniz?"

   Dede "İçeri gel" dedi..

   - "Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var..."

   Adam sordu :

   - "Peki arkadaşım da benimle gelip ordan içebilir mi?"

   Dede "Tabii..." dedi.. " çesmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase bulacaksın..."

CENNET


   Bunun üzerine adam kapıdan girdi... Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çesmeyi buldu.. Adam çeşmeden köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler... Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu :

   - "Su için çok tesekkür ederim... Peki burası neresi..?"

   Dede "Burası cennet" dedi...

   Bunu duyan adam şaşırdı :

   - "Ama nasıl olur..? Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..."

   Dede "Şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi... "Ama orası Cehennem.."

   Adam iyice şaşırmıştı:

   - "Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..?"

   Dede gülümsedi :

    - "Kızmıyoruz... Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar...."

İBRETLİK HİKAYELER

  1400 YIL ÖNCE GELEN MAİL

Ey Allah (c.c.)ın kulları! 

    Bugünün genç müslümanları! 


    Her gün sabırsızca bekliyorsunuz, 

    "Bana e-mail geldi mi?" diye. 

    Günde bir kaç kez online oluyorsunuz. 

    Mutlu oluyorsunuz, 

    "Bir mailiniz var!" yazdığında. 

    Okumak için sabırsızlanıyorsunuz. 

    Bazı mesajlar gerçekten güzel, 

    Arkadaşlarınızdan, dostlarınızdan sıcacık. 

    Fakat çoğu öylesine gelmiş; alakasız. 

    Sadece zamanınızı alıyor. 

    Derhal siliyorsunuz. 

    Biliyor muydunuz, yaklaşık 1400 yıl önce, 

    Allah(c.c.) size uzun bir e-mail gönderdi. 

    Meleği Cebrail(a.s.) aracılığıyla elbet, 

    Kulu Muhammed Aleyhisselatuvesselam’a 

    Açtınız mı bu e-maili? 

    Subject: Kur’an, 

    "Kuşku Barındırmayan Rehber" 

    Download ettiniz mi bu dosyayı? 

    Kalbinize bookmark’ladınız mı? 

    Hayatınızın "favoriler"ine eklediniz mi? 

    Her sabahınızın "başlangıç sayfası" yaptınız mı? 

    Açtıysanız bu e-maili 

    Hepsini okumuş olmalısınız... 

    Gönderilen elçilerin kıssalarını... 

    Helak olan kavimlerin öykülerini... 

    İnsanlığa mesajları, 

    Günlük hayatınızın rehberini, 

    Geleceğe dair güzel haberleri, müjdeleri. 

    Allah’ın sizden "reply" edip, 

    E-mail olarak iyi amel beklediğini. 

    şimdi, her sabah uyandığınızda; 

    İlk bu e-maili okuyun. 

    Kur’ân’da "save" edildiği şekliyle, 

    Hatırlayın ve ona göre "reply" eyleyin. 

    Sevgili genç müslümanlar; 

    İslamın geleceğine "enter"leyin. 

DİNİ HİKAYELER


  AKILLI AYI


  Adamın biri aslandan kaçarken, kuyuya düşer. Onu kovalayan aslan da kuyuya onun üzerine düşer. Aslan kuyunun dibinde bir ayı görür ve: 

    - "Ne zamandan beri burdasın?" diye sorar. Ayı: 

    - "Bir kaç günden beri burdayım. Açlıktan ölüyorum" diye cevap verir. Aslan: 

    - "Gel şu adamı yiyelim, açlığımızı giderelim" der. Ayı: 

    - "İkinci kere acıktığımızda, ne yaparız? 

    En doğrusu biz bu adama, kendisine hiçbir zarar vermeyeceğimize dair yemin edelim. O bizim kurtulmamız için çareler arasın. Çünkü o, çare bulmak için bizden daha yeteneklidir" der. 

    Bunun üzerine ayı ve aslan, adama hiçbir zarar vermeyeceklerine dair söz verirler. Adam da kuyudan çıkar ve onları kurtarır. 

    (Ayının görüşü, aslanın görüşünden daha iyi ve isabetli idi).

18 Ocak 2015 Pazar

NAMAZ VE ORUÇ

DUA


DİNİ AÇIKLAMALAR

DİNİ AÇIKLAMALAR


DİNİ AÇIKLAMALAR

HZ.ALİ


YAHUDİNİN SELAMI

DİNİ HİKAYELER


Resuli-Ekrem (.s.a.a)'in eşi Ayşe, Resul-i Ekrem (s.a.a)'ın huzurunda oturmuştu ki, Yahudi bir adam içeri girdi. Girdiği anda Selam un aleykum yerine
- Essamu aleykum' yani 'ölüm üzerinize olsun'dedi. Uzun sürmedi, başka biri daha geldi. O da selam yerine
- Ölüm üzerinize olsun' dedi. Bunun tesadüf olmadığı malumdu. Resul-i Ekrem (s.a.a)'i dille incitmek için yapılan bir plandı. Ayşe çok öfkelendi, ve
- Ölüm sizin üzerinize olsun...' diye bağırdı.
Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu:
- Ey Ayşe küfür  etme, küfür şekillenirse en kötü ve çirkin bir biçimde mücessem olur. Yumuşaklık ve sabırlı olmak, her neyin üzerine konursa, onu güzelleştirir, süsler ve her şeyin üzerinden kaldırılırsa güzelliğini azaltır. Niçin sinirlenip öfkelendin?
Ayşe:
- Görmüyor musun ya Resulullah'ın, bunlar küstahlık ederek, utanmadan selam yerine ne diyorlar?
-  Evet, görüyorum onun için bende, 'Aleykum' yani 'sizin üzerinize olsun' diye cevap verdim, bu kadarı kafiydi.'

YAHUDİLERİN İFTİRASI

DİNİ HİKAYELER

Musa (a.s.) kardeşi Harun (a.s.) ile birlikte yolculuk ederken o zamana kadar görmedikleri bir ağaç görürler. Hemen ardında kapısı ardına kadar açık bir ev görürler. Seslenirler bir cevap alamazlar.Evin içinde bir kanepe görürler. Harun (a.s.): 
- Ya Musa! Burası hoşuma gitti. İzin ver de şu kanepenin üzerinde biraz olsun uyuyayım. 
- Uyu ya Harun. 
Hz.Harun orada uyuduğu zaman ölüm meleği gelip Harun (a.s.) ruhunu kabzeder. İlk defa gördükleri ağaç kaybolur. Ev içindeki kanepe ile semaya kaldırılır. Musa (a.s.) bu duruma üzülerek yapayalnız İsrailoğullarına döner. 
Onun kardeşiyle birlikte dağa çıkıp yalnız döndüğünü gören Yahudiler: 
- Musa, İsrailoğullarının Harun'a karşı olan sevgisi yüüznden hased edip onu öldürdü, diye iftira ederler. 
Musa (a.s.) : 
- Kardeşimi öldürdüğümü ileri sürerek bana iftira ediyorsunuz. Halbuki o  daha önce kendisi için takdir edilen hükmün tecellisi karşısındadır. O İlahi hüküm yerine geldi. 
Yahudiler, bu iftirayı çoğaltınca Musa (a.s.) iki  rekat namaz kıldı ve Rabbine kendisini temize çıkarması ve Yahudileri  susturması için dua etti. Dua kabul olundu. Bir mücize olarak kanepe göründü. musa (a.s.'ın doğru söylediğine inanırlar.

İKİ EKMEK EKSİK

DİNİ HİKAYELER

Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye'yi ziyârete geldiler. İkisi de
 açtı. "Yemeği helâldir" diye
 içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah
 rızâsı için bir şeyler istedi.
 Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek
 gitti. Bir saat kadar sonra
 bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri 
ekmekleri saydı. On sekiz ekmek 
vardı. Dedi ki:

-Ekmekler yirmi olsa gerektir.

Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular.

-Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya
 gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin.

Cevâbında şöyle buyurdu:

-Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği 
kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, 
bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde 
(En'âm sûresi 160. ayet-i kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O'nun bu 
vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin
 noksan olduğunu söyledim.

TERZİNİN TÖVBESİ

DİNİ HİKAYELER

Bir terzi Allah dostlarından birine sorar: 
-Peygamberimizin, "Allahü teâlâ, günahkâr kulunun tövbesini, canı gargaraya gelmeden kabul eder" hadis-i şerifi hakkında ne buyurursunuz? 
Cevap vermeden o kimseye sorar mubarek zat. 
- Mesleğin nedir? 
-Terziyim, elbise dikerim. 
-Terzilikte en kolay şey nedir? 
-Makası tutup, kumaş kesmektir. 
-Kaç senedir, bu işi yaparsın? 
-Otuz senedir. 
-Canın gargaraya geldiği zaman kumaş kesebilir misin? 
-Hayır, kesemem! 
-Bir müddet zahmet çekip, öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tövbeyi o zaman nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tövbe et! O zaman belki yapamazsın, buyurdu.
... ve tövbe...

17 Ocak 2015 Cumartesi

DİNİ HİKAYELER

DOKTOR

Yataktaki adam, başucunda bekleyen genç doktora:
-Allah senden razı olsun evlâdım, dedi. Benim için yurtdışından zahmet edip buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım.
Ameliyat edilen kişi, büyük bir hastahanenin başhekimiydi. Tedâvisi ancak yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, doktor arkadaşları onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamış ve kurtarma umudunun azlığına rağmen ameliyatı üstlenmeye karar vermişlerdi. Amaliyatın zor ve yeni bir ihtisas sahası olmasından dolayı biraz tereddütleri de var idi.
Fakat o konuda sayılı bir uzman olan bu genç doktor nereden haber almışsa almış ve hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı. Yaşlı doktor, kendisine yapılan bu iyiliğe nasıl mukabele edeceğini bilemiyor ve hemen yanında oturan genç adamın ellerini sıkarcasına tutuyordu. Hayata yeniden dönmenin sevinciyle hiç durmadan konuşurken;
-Ameliyat için beni bayılttığınızda, her nedense gençlik yıllarıma döndüm, diye devam etti. Henüz toy bir asistanken, anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış ve onu bu şekilde yaşatmaktansa öldürmeyi düşünürken, kalb atışlarını duyup kıyamamıştım.
"Plânlama" bahanesiyle sapasağlam yavruları bile katleden canavarlara rağmen o yavrunun yaşamasını istediğim için, Allah seni imdadıma göndermiş olmalı.
Genç doktor, ancak bir babanın evlâdına karşı gösterebileceği sıcaklıkla kavranan ellerini kurtarıp biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı "takma" olan bacaklarını gösterirken;
-Allah, hiçbir iyiliği unutmaz efendim, diye gülümsedi.
"Kurtardığınız o çocuk bendim."
Cüneyt Suavi

HZ.ALİ VE PAPAZ

DİNİ HİKAYELER

Hz. Ali r.a. ordusu ile harbe gitmekteyken uğradığı son bir kaç konak yerinde su bulamaz. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler. 
Kilisedekiler: 
  -10 mil uzakta su var. 
Hz. Ali r.a. 
- Oraya gitmeye gerek yok şurayı kazın. 
İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile. 
Hazret-i Ali r.a. gelir. Mübârek parmaklarını taşın altına sokarlar, sanki bire tüy misali kalkar. Taşın kalkmasıyla beraber saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar.

Kilisenin Papazı diğer kilisedekiler uzaktan onları  seyretmektedirler, durumu görünce,  Sevinç içinde Hz. Ali'nin huzûruna gelir ve sorarlar:
-Peygambermisiniz?. Yoksa...

-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim! 
Papaz hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olup şöyle der: 
-Ey mü'minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğim arzuya kavuştuk. 
Hazret-ü Ali buyurdu ki: 
-Allahü teâlâya hamd olsun!
Ve râhib orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur.

SARHOŞ VE MÜEZZİN

DİNİ HİKAYELER

Sarhoş'un biri, şarabın tesiriyle bir camiye
 girer ve dua etmeye başlar:


- Yarabbi! Beni Cennetine koy, bana köşklerini
ver, bana kevseri ver, bana hürilerine ver... 
Bu yakarmaları işiten müezzin, sarhoşun 
yakasından tutarak: 
- Ey akıldan, dinden gafil, senin camide işin 
ne? Sen ne yaptın ki, Allah'tan hem de bu sarhoş 
halinle dilyorsun? Hiç yakışıyormu? 
Sarhoş bu sözleri işitince başlar ağlamaya ve: 
- Müezzin efendi, müezzin efendi... ben sarhoşum, yakamdan elini çek, bana ilişme, 
dokunma bana, incitme beni, kırma kalbimi. Unutma, bilmiyorsan bil. Cenab-ı Hakk'ın 
rahmetinden lütfundan günahkar kullarıda ümitlenir. Benim sana sözüm yok, ben senden 
mi isityorum. Tevbe kapısı açıktır. En büyük yardımcı Allah'dır.   öyle lütuf sahibidirki, 
O'nun lütfunun, rahmetinin büyüklüğü yanında kendi günahımı büyük görmeye utanıyor,
 günahıma büyüklük veremiyorum.

EKMEK İSTEDİN AFİYET İSTEMEDİN

DİNİ HİKAYELER

İmam Kuşeyri (k.s.) naklediyor:

Sufinin birisi sürekli,
''Allah'ım, senden afiyet istiyorum, Allah'ım senden afiyet istiyorum...!'' diye dua ediyordu. Kendisine niçin  sürekli böyle dua ettiğini sorulunca, şöyle anlattı:
''Ben, manevi terbiyeye ilk girdiğim günlerde hamallık yapıyordum. Birgün ağırca bir un yükü taşıyordum,
dinlenmek için yükü bir yere koydum. Orada,
''Ya Rabbi, eğer her gün bana yorulmadan iki ekmek versen, onlarla yetinirdim!''  diye dua ettim. O sırada önümde iki kişi döğüşmeye başladılar; ben de aralarını bulayım diye yanlarına vardım. Birisi, elindeki şeyi hasmına vurmak isterken başıma vurdu, yüzüm kana bulandı. O sırada mahallenin asayişinden sorumlu kimse gelip ikisini yakaladı, beni de kana bulanmış görünce, kavgacı zannedip onlarla birlikte hapse attı. Bir müddet hapiste kaldım, her gün  iki ekmek veriyorlardı.
   
Bir gece rüya gördüm, birisi bana,
   
''Sen her gün yorulmadan iki ekmek istedin fakat Allah'tan afiyet (beden,din ve dünya selameti) istemedin, işte istediğin sana verildi!. dedi.
Rüyadan uyandım, ondan sonra hep,
''Ya Rabbi, afiyet ver, Ya Rabbi afiyet ver..!'' diye dua etmeye başladım. Bir ara hücrenin kapısı çalındı, birisi,    
''Hamal ömer nerede ?'' diye beni sordu. Beni götürdü, ellerimi çözüp serbest bıraktılar.''
Resûlullah (s.a.v.) buyurur ki:

"Allah'tan afiyet isteyin. Kula kamil imandan sonra afiyetten daha büyük bir nimet verilmemiştir.''

Ateşin Yakmadığı aşık, Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları

SULTAN MAHMUT

Put'un Sırrı 

Sultan Mahmut'un askerleri Sumenat'ta, Lat adındaki putu ele geçirmişlerdi. Hintliler bu putu geri almak için yir­mi batman altın vermeyi teklif ettiler sultana. Ama sultan hiçbir şekilde putu satmaya razı olmadı. Odun yığdırıp ateşle­di, putu da ateşe attı.
Serkeşin biri,
- Yakmamalıydı, altın puttan daha iyidir elbet, satması gerekirdi, dedi.
Sultan Mahmut bu sözleri duydu ve;
- Kıyamet günü Allah'ın herkesin önünde 'Azer'le Mahmud'a iyi bakın, bunla­rın ikisi de birdir. birisi put yontar, yapar, öbürü de satardı.' demesinden korktum." dedi.
Sonra da putu ateşte Güzelce yaktırdı. Put yakınca puttaki mücevherler eridi, tam yirmi batman ağırlığında mÜcevher meydana geldi. İstenen şey, bedavadan ele geçmişti!
Sultan dedi ki:
- Lat'ın hak ettiği buy­du, elde ettiğim şeyler de Allah'ın bana mükafatı.
Sen de bütün putlarını kır ki put gibi perişan olup ayak­lar altına düşmeyesin. Sevgilinin arzusuyla puta benzeyen nefsini yak, kavur, içinden bir hayli mücevherler elde et. E­lest hitabını can kulağıyla dinlemiştin; artık birden ayrılma. Biri tekrar etmekten vazgeçme. Önceden Elest sözüne bağ­lanmıştın, artık bela (evet inandık) demekten geri durma.
Mantıku't- Tayr, Kuş Dili, Feridüddin Attar


PEYGAMBERİMİZLE ŞEYTAN

 DİNİ HİKAYELER

İki cihan güneşi Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün Şeytan'la mescit kapısında karşılaşınca ona: 

"Ey Şeytan! Burada ne yapıyorsun?" diye çıkışır.

 Lânetlik Şeytan ise, verdiği cevapta, 

"Mescidin içine girip namaz kılan falanca adamın namazını bozmak istiyorum, fakat uykuda yatmakta olan filan kişiden korkuyorum" diyerek hainane plânını ortaya döküverir. 

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bu defa da şu ince noktayı anlamak için şu soruyu sorar; 

"Ey Şeytan, Rabbine karşı ibadet eden, O'na yalvarıp yakaran o namaz kılan müminden korkmuyorsun da, herşeyden habersiz uyuyan o kişiden niye sakınıyorsun?" 

Şeytan şöyle cevap verir: 

"Mescitte namaz kılan mümin, cahil bir kimse. O yüzden onu yanıltmak ve namazını bozmak kolay. Fakat uykuda bulunan kişi, âlim bir zattır. Namaz kılanın, namazını bozduğumda, âlimin hemen yetişip düzelteceğinden korkuyorum."